Narrative Terapi-2


Melih Can Ekşioğlu

4 years ago


Geçen ki yazımızda Narrative Terapi’nin dört ana temasından biri olan “Kimliklerimiz Hikayelerle Şekillenir” temasını ele almıştık. Bu yazımızda da dört ana temadan ikincisi olan “Dışsallaştırma Sorunu’nu” ele alacağız. Dr. David Denborough’un Narrative Terapi hakkında yaptığı bir konuşma temelinde devam eden bu yazı dizisinin ikinci yazısı ile sizlerle birlikteyim. Konuşmanın tamamının linkini izlemek isteyenler için aşağıya ekleyeceğim. “Narrative Terapi Uygulamaları” adlı Ketebe Yayınları’ndan çıkan kitap bu konuya ilgi duyanlar için faydalı olacaktır.

Dışsallaştırma Sorunu 1980’lerde bu çığır açan bir fikir oldu. Seksenlerde doğan var mı aramızda? Sizin doğduğunuz yıllarda muhtemelen bu fikir de doğdu. Sizlerle Richard isimli bir çocukla alakalı bir hikaye paylaşacağım. Richard’ı tanıyanlar onu korkuları olan, biraz çekingen bir çocuk olarak tanımlıyorlardı. Artık Richard okula gitmek istemiyordu. Çok kötü kabuslar görüyor, dolayısıyla iyi uyuyamıyordu. Günlük hayatında yapması gereken şeyleri yapmadan önce tuhaf alışkanlıklar geliştiriyor: Şunu yapmam lazım, bunu yapmam lazım… Richard’ı korkuları olan ya da çekingen bir çocuk olarak tanımladığımızda sorunu Richard’ın içine koymuş oluyoruz. Genelde de bir kişi herhangi bir sorun yaşarken, sanki o sorun kişiymiş ya da kişi sorunmuş gibi anlatılır. Ailede veya okulda fark etmez bu durum. Ama mesleki uygulamada da böyle olduğunu görüyoruz ki bu kişiyi sorun olarak tanımlamaya iten bazen, eğitimle desteklenen bir süreç olabiliyor. Narrative Terapi farklı bir şey yapmaya çalışıyor. Narrative Terapi’nin meşhur bir sözü var: Sorun kişi değil; sorun, sorunun kendisi. Bu ifadenin ne kadar manalı olduğunu görüyorsunuz. Buna rağmen, çoğu zaman kişileri sorun olarak görmeye devam ediyoruz. Richard’a dönelim, Richard ve annesi Michael White’a geliyorlar. Size küçük bir video göstereceğim(Bu videonun yayınlanması ne kadar etik o da tartışma konusu tahminimce danışanın izni alınmıştır diye düşünüyorum.). İlk buluşmada Richard, uykuyla alakalı sorunlarını anlatıyor. Korku kelimesini kullanıyor. Michael da korkuyu dışsallaştırıyor. Richard’ı korkuları olan bir çocuk olarak tanımlamaktan ziyade, korkunun neler yaptığını anlatmasını istiyor ki zaten o korku ya da korkular Richard’ın uyuyamamasına sebep olan sorun. Michael sonra resim yapmasını, korkuyu çizmesini istiyor. Bu her zaman yaptığımız bir şey değil. Sonra Richard resmini çiziyor ve gerçekten de çizim çok korkunç görünüyor. Michael da resme bakınca gerçekten Richard’ın çizdiği korku resminin korkunç olduğunu söylüyor ve komşuların da acaba bundan dolayı mı uyanık olduğunu yani uyuyamadığını soruyor. Tuhaf bir soru. Geri döneceğiz bu soruya. Devam ediyor ve Richard’a, bu korkuların onu, belki başka insanları da gece uyutmuyorsa bunun olup olmadığını soruyor. Richard bunun hiç adil olmadığını, ama herhalde bunu anlamadıklarını söylüyor ve korkularının eğitilmesi gerektiğini ekliyor. Michael bu korkuların nasıl eğitilebileceğini soruyor. Richard korkuları içine koyacağı bir kutu çizeceğini, ardından içinde korkuları koyup kapağını kapattıktan sonra korkuların orada kalacağını ve kimseyi korkutamayacaklarını söylüyor. Michael korkuların hep kutunun içinde mi kalması gerektiğini soruyor. Richard bunun zalimce olduğunu düşünüyor ve sadece gece girip sabah çıkabileceklerini söylüyor. İlk buluşma böyle geçiyor. İkinci buluşmadan küçük bir video göstereceğim size. Kısa bir video, Richard’ı ve kutuyu göreceksiniz. -Çok hareket ediyorlar kımıl kımıllar, diyor Richard. -Ben tutayım, diyor Michael White. Çünkü sen tuttuğunda çok fazla kımıldamıyorlar değil mi? Çünkü sen onları kontrol edebiliyorsun. Başka kişiler tutsa daha fazla mı kımıldıyorlar? -Evet, diyor Richard. (Gayet dramatik bir poz görüyorsunuz.) -İyi ki sen geldin kurtardın, diyor Michael White. -En zorlu olanlar uçan korkular. Onlar en güçlü olanlar, diyor Richard. -İyi ki sen geldin. İyi bir ders verdin, diyor Michael White. Annenin iyi bir fikri var. Üstüne oturunca hiç şansları kalmadı. Korkular dışsallaştırıldığında neler mümkün hale geliyor bir iki dakika birbirinizle konuşur musunuz? Richard sorunu ‘korkular’ olarak kendi dilinde isimlendiriyor. Sonra resimleri çiziyor, anlatıyor, izah ediyor. O sayede de o korkuları kontrol edebileceği bir yol açılıyor. Zaten Narrative Terapi de insanların kendi korkularını kendi dillerinde isimlendirebilecekleri yolları açmak ve biz pratisyenler olarak becerilerimizi kullanıp bu sorunlara cevaben geliştirecekleri tepkileri bulmalarını sağlamaktır. Her zaman bir sorunun, korkunun resmini çizdirmeniz gerekmiyor. Burada bir çocuk söz konusu olduğu için o çocuğun kültürüne veya diline yaklaşmak gerekiyor. Mesela, Avustralya çocuk kültürü dediğimiz şeyin içinde resim çizmek, kımıl kımıl dediğimiz şeyler çok olduğu için, bu dışsallaştırmanın oradaki bir örneği. Yetişkinler için de kullanılabiliyor, çocuksu olması gerekmiyor. Hikayenin en iyi kısmını sona sakladım, anlatacağım şimdi. Richard korkuları eğitmeyi başarıyor, uykusu çok daha iyi oluyor, okula dönmekten mutlu oluyor, okula dönmeden önce de Richard’a bir sertifika veriyorlar, Narative Terapisel sertifikaları baya seviyor, Richard’a özel bir sertifika yapılıyor: Korku Kovucu ve Canavar Ehlileştiricisi Sertifikası. Gayet resmi ve güzel bir sertifika. Bunu vermek için tören yapıyorlar. Bu törenlerin de Narrative Terapi’de uygulamada bir ismi var: Tanım seremonileri. Antropolog Barbara Myerhoff’tan geliyor. Yeniden derecelendirme törenleri, kimliği yeniden tanımlamayı sağlayan törenler. Bu tanım seremonileri ikinci hikayeyi destekleyen törenler. Sonra Richard okula geri dönüyor. İlk buluşmada Michael White’ın sorduğu tuhaf soruyu hatırlıyor musunuz? Komşularla alakalı o soruyla belki de sorunu Richard da aramaktansa dış dünyaya, sosyal dünyaya götürüyor. Richard okula geri döndüğünde diğer çocuklara, bu korkulardan dolayı uykularının kaçıp kaçmadığını soruyor. Bir sürü başka çocuğun da aynı korkulardan uykusunun kaçtığını öğreniyor. Richard onlara bir yol bulduğunu, korkuları eğitmeyi sağlayan bir kutusunun olduğunu söylüyor. Onlara, korkularını kaleme alırlarsa, resme dökerlerse, ona verebileceklerini ve Richard onları eve götürüp kutusuna koyabileceğini söylüyor. Bu da Richard’ı, Korku Savıcı ve Canavar Ehlileştiriciler Derneği Başkanı yapıyor. Biraz zor bir isim ama daha bitmedi, Avustralya ve Yeni Zelenda Başkanı. Sorun böylelikle dışsallaştırıldığında kişinin utanç duymasını engelliyor azaltıyor, tüm aile üyelerinin bir araya gelmesini, dışsallaştırılan sorunun etkisinin azaltılmasını sağlıyor. Çünkü kişiler sorunlara çözüm, çare buldukça, diğer insanlara yardım edebilecek konuma da gelebiliyorlar. Bu sorunun dışsallaştırılması ile ilgili bir çocukla alakalı bir örnekti. Yetişkinlerde çok farklı tabii ki. Dışsallaştırmayla ilgili bazı makaleler Türkçeleştirildi ki onlara da ulaşabilirsiniz. Konuşmanın ikinci kısmı da burada sona eriyor. Şimdi bu konuşmanın öncülüğünde dışsallaştırma sorununu biraz daha inceleyelim.

“Bireyin içerisinde yaşarken karşı karşıya kaldığı problemi görmesi zor olabilir, tıpkı ayna örneğinde olduğu gibi. Aynayı kendine ne kadar mesafeli tutarsan kendini o kadar iyi görürsün, ancak aynayı yüzüne çok yaklaştırırsan hiçbir şey göremezsin.” Narrative Terapi deyince bir çok kişinin aklına ilk önce dışsallaştırma konuşmaları gelmektedir. Temelde dışsallaştırma, kişinin problemleri içselleştirmesine karşı olarak çıkmıştır. Bu uygulamada temel felsefe ‘Kişi problem değildir, problemin kendisi problemdir’ fikri üzerinden şekillenmektedir. Yani, dışsallaştırma insanları etiketleyip, sınıflandırmak yerine sorunları, yaşanan problemleri sınıflandırmaktır. Kişi ‘ben depresifim, yetersizim’ diyerek bazı olumsuz kalıpları içselleştirmektedir. Temel amaç, kişinin içselleştirip kendi benliğine mal ettiği problemden, onun sebep olduğu inançlardan uzaklaşmak ve kişinin kimliğinden o problemi ayırmaktır. Böylece kişi kimliğine yüklenen utançtan uzaklaşır. Diğer taraftan da yaşadığı problemlere “benim yapım böyle” demek yerine sorumluluk alarak, hayatını bu problemlerin elinden almak için işe koyulabilir.

Burada sizin de dikkatinizi çektiği üzere bir sorun karşısında yapacağımız en önemli şeylerden biri öncelikle sorunu kendimizden ayrı olarak tanımlayabilmemizdir. Bunun için de öncelikle kendimizi tanımalıyız ki tanımlayabilelim. Çünkü iki şeyi birbirinden ayırabilmek için iki kavramı da ayrı ayrı tanımlayabilmemiz gereklidir. Portekizliler ilk defa süvari gördüklerinde at hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadıkları için at ve üzerindeki insanı ayıramıyor ve yeni bir canlı olarak yorumluyor. Böylece efsaneler ortaya çıkıyor. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere kavramı tam olarak bilemezsek anlamak ve anlamlandırmakta zorluk çekeriz.

Eğer biz bu sorunlar ile baş etmek istiyorsak sorunun bizim aslımızda olan bir şey olmadığını anlamamız gerekir. Örneğin tembel olmayı ele alalım: Melih tembel biridir. Burada Melih ile tembeli ayırmalıyız çünkü Melih asıl olan yani isimken tembel şu an için Melih’i niteleyen bir sıfattır. Ve her an gidebilir(Bu iyi ya da kötü fark etmeksizin her sıfat için geçerli bir durumdur.). Tembelliğin gitmesini kolaylaştırabilmek için Melih ile tembelliği içselleştirmek yerine dışsallaştırmalıyız (Dışsallaştırma Sorunu). Ben tembelim işte demek yerine bu sorun ile yüzleşmeyi göze almak daha tutarlı bir davranış olacaktır. Genelde insanlar sorunun kaynağı ile sorunun kendisi arasındaki bağlantıyı zor kurarlar veya o bağlantıyı kurmak istemezler. Tam da bu gerçeklikten temel alan “Dışsallaştırma Sorunu” nu bu yazımızda ele almaya çalıştık. İlginiz ve zamanınız için teşekkürler…


Diğer Yazıları Görüntüle