Mutluluk Laboratuvarı


Melih Can Ekşioğlu

4 years ago


Bir mutluluk laboratuvarı oluşturduğumuzu düşünelim. Sanıyorum ki bu çok sağlıklı bir şey olmaz ama gelin bir deneyelim. Mutlu olmak için beynimiz bazı kimyasallara (nörotransmitterlere) ihtiyaç duyuyor. Bunlar dopamin, serotonin ve oksitosin.(tabii ki mutluluk sadece bu üç hormon olunca oluşan bir duygu değil) Gelin bunları inceleyerek başlayalım.

Serotonin, insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren bir nörotransmitterdir. Eksikliğinde depresif, yorgun, sıkılgan bir ruh hali görülür. Seratonin eksikliği kişinin bulunduğu durumdan hoşnutsuzluğuna karşı verilen bir tepkidir. Serotonini düşen birey bunu fark edip yaşam biçimini değiştirmek için bir fırsat olarak görmesi gerekirken serotonini suni bir şekilde ilaçlar, sosyal medya veya belli başlı platformlar ile yükseltmeye çalışarak vücudunun ona verdiği mesajı yanlış yorumlayıp kendini bir laboratuvar içine hapsetmiş olur.

Dopamin, vücutta doğal olarak üretilen bir kimyasaldır. Beyinde dopamin reseptörlerini aktive ederek nörotransmiter olarak görev yapar.Dopamin güzel bir yemek yediğimizde, güzel sözler duyduğumuzda, hoşumuza giden herhangi bir davranışta salgılanır. Dopamin beyne şu sinyali verir ‘ne yapıyorsan buna devam et çünkü mutlu oluyoruz.’ Adeta bir teşvik primidir dopamin.

Oksitosin, primer olarak beyinde nöromodülatör görevi olan bir memeli hormonudur. Beyinde hipotalamusta sentez edilir ve arka hipofizden salınır.Oksitosin, annelerin bebeklerini emzirmesini sağlayan onlara şefkat göstermesini ve doğum sırasında gerekli kasların kasılmasını sağlayan hormondur. Son çalışmalarla birlikte tokalaştığımız zaman, birine sarıldığımız zaman, koro ile şarkı söylediğimiz zaman yani insanlarla birlikte bir aktivitede bulununca da salgılandığı fark edildi. Ayrıca oksitosin miktarının sosyopatlarda çok düşük seviyede olduğu da ortaya konmuştur. Bu hormonlar bizim sosyal fobimizi azaltan bizi daha mutlu kılan ve rahat hissettiren hormonlardır.

Şimdi biraz bağımlılık konusundan bahsetmek istiyorum. Bağımlılık bir irade bozukluğu, kişilik bozukluğu demek değildir. Bağımlılık beyindeki ödül ceza devrelerinin bozulmasıyla meydana gelen bir patolojidir. Çok fazla dopamin salgıladığımız olaylara, durumlara beyin bağımlı hale gelir. Son zamanlarda bağımlılığa yeni bir isim verildi: ‘Ödül Yetmezliği Sendromu’. Bu ismi şöyle yorumlayabiliriz bağımlı olduğum şey dışında hiç kimse ya da hiçbir şey beni onun kadar mutlu etmiyor. Bu yüzden aynı hazzı alamadığı ders çalışmak, kitap okumak ya da insanlar ile iletişime girmek bu davranışları gereksiz buluyor ve adeta kendi mutluluğu için bir engel olarak nitelendiriyor.

Peki bağımlı olduğumuzu nasıl anlarız? Eğer herhangi bir şey günlük rutinimizi bozuyor ,bizi yapmamız gereken işlerden alıkoyuyor ve her fırsatta o şeye yeniden dönmek istiyorsak bu durumu bağımlılık olarak nitelendirebiliriz. Bağımlılıkla birlikte beynimizde aslında aşılması gereken patikalar, zorlu yollar otoban haline geliyor, insan elde etmesi gereken hormonları sürece ihtiyaç duymaksızın çok kısa bir zamanda elde ediyor bu da bizi bağımlı hale getiriyor.

Başlarken bir mutluluk laboratuvarından bahsetmiştim. Aslında sosyal medyanın bu kavramı tam olarak karşıladığını düşünüyorum. Artık sosyal medya için özel kısa videolar üreten meslekler çıkmaya başladı. Bu videolar üretilirken bir insanda ne kadar çok dopamin salgıladığı değerlendiriliyor ve bunu sosyal medya sayfalarına satıyorlar. Böylece insanlar hiçbir çaba göstermeden birkaç tıkla adeta bir dopamin havuzuna dalıyor ve gerçeklikten uzaklaştırıyor. Bir ‘Matrix’in içine sokuyor adeta.

Jean Twenge bu konuda çok ciddi bir çalışma sürdürmüş ve bu çalışmaları ‘i-nesli’ adlı kitabında derlemiştir. ‘i-nesli’ belli bir zaman diliminde doğmuş bir nesil olarak yorumlamak yanlış olur internet ile sosyal medya ile ilişkisi sağlıklı olmayan her bireyi bu neslin bir ferdi olarak düşünebiliriz. ‘i-nesli’ adeta bir laboratuvar içinde kendini mutlu ediyor ama bağlantısı koptuğu an kendisini çok rahatsız hissediyor gelin bu neslin özellikleri nelermiş bir bakalım.

Bu nesil yüzeysel ilişkiler dışındaki ilişkileri kuramıyor böylece toplumlarda bağ kurmak zorlaşıyor ve her geçen gün yalnızlar toplumu haline geliyoruz. Uyku saatleri artmasına rağmen verimli uykudan faydalanamıyor böylece gün içinde verimli vakit geçiremiyor ve enerjisi emilmiş gibi bir yaşam sürüyor.

Daha az sportif faaliyetlerde bulunuyor. Yaşayan ölüler haline geliyor.

Bu nesil uyarılma bağımlısı haline geliyor, hiçbir işe odaklanamıyor, dikkatini toplayamıyor anında ödül(haz) alamayacağı eylemlerden kaçınıyor.

En ufak bir eleştiriye gelemiyor. Bir kişiden öğüt dinleyemiyor hemen kendi sığınağına çekiliyor.

Yüz yüze iletişimi bilmeyen , derin duygular yaşayamayan bireyler haline geliyor.

Ve bu sonuçlara benzer daha bir sürü sorunu beraberinde getiren bir nesildir ‘i-nesil’. Tabi ki internet (sosyal medya) tamamen zararlıdır demiyoruz. İnternet ve diğer mecralar yaşantımızın bir parçası artık bunu kabul etmeliyiz. Burada dikkat etmemiz gereken kimin kimi kullandığı biz internetin(Sosyal medyanın) bir araç olduğunun farkında olup amaç haline getirmezsek çok güzel şekilde faydalanabiliriz.

Gençler nereye gidiyorsa gelecek de oraya gidiyor. Bunun farkında olup bazı şeyler için geç olmadan öncelikle bireysel daha sonra da toplumsal önlemler alınmalı.


Diğer Yazıları Görüntüle