Gülümsemenin Gücü


Melih Can Ekşioğlu

4 years ago


Dünya çocuk için belirginleştikçe görme duyusu ilişkilerde giderek daha önemli bir rol oynar. Göz teması artık başka insanların duyguları ve niyetleri konusunda başlıca bilgi kaynağı haline gelmiştir. Bu şekilde yüz ifadelerine dayanmak primat atalarımızın yırtıcıları alarma geçirmemek için sessizce iletişim kurmalarının gerektiği Afrika savanasında evrilmiş olabilir. Atalarımız bunu görsel araçlar ile sağlıyordu. Bilgi aktarımında bulunmak için büyük bir mimik ve beden dili repertuvarı oluşturulmuştu.* Başkalarının yüz ifadesine dikkat göstermek kuşkusuz insanın doğasındadadır ve yeni doğmuş bebeklerde bile bu açıkça görülmektedir.

Erken çocukluk dönemine giren bir çocuk, kendi ortamında davranışlarının yol göstercisi olarak anne ve babasının yüzlerini okumaya başlar. Bu kapıdan emekleyerek çıkmam güvenli midir? Babam, evimize gelen bu konuktan hoşlanıyor mu? Bu sosyal başvuru olarak bilinmektedir. Çocuk, belirli bir uzaklıktan bilgi kaynağı olan anne ve babasının yüz ifadelerine bakarak ne yapıp ne yapmaması gerektiğini, kendini nasıl hissedip nasıl hissetmemesi gerektiğini anlar.

Ancak Allan Schore’a göre, insanların yüzlerine bakmanın insan yaşamında çok daha güçlü bir rolü vardır. Özellikle çocuklukta, bu bakışlar ve gülümsemeler, aslında beynin gelişmesine yardım eder. Bu nasıl olur? Schore, duygusal olarak zeki, sosyal bir beyin gelişimi açısından en önemli uyarıcının olumlu bakışlar olduğunu öne sürmüştür.

Bebek annesinin yüzüne baktığında, onun büyümüş göz bebeklerini, sempatik sinir sisteminin uyarıldığını ve hoşnut edici bir uyarılma deneyimlediği bilgisi olarak okur. Buna karşılık, kendi sinir sistemi de hoşnut edici bir şekilde canlanır ve kalp atışı hızlanır. Bu süreçler biyokimyasal bir tepkiyi tetikler. Öncelikle Beta-endorfin denilen bir haz nöropepdidi salgılanır ve bu nöropepdit, özellikle beyin orbitofrontal bölgesinde dolaşıma girer. Beta-endorfin gibi “endojen” ya da ev yapımı opiatların, glikoz ve insülini düzenleyerek sinir hücrelerinin gelişmesine yardım ettikleri bilinmektedir. Doğal opioidler olarak bunlar, insanın kendini iyi hissetmesini de sağlarlar. Aynı zamanda dopamin denilen bir diğer sinir iletici beyin sapında salınır ve bu prefrontal kortekse giderek buradaki glikoz alımını arttırır ve beynin ön lobunda yeni dokunun gelişmesini sağlar. Dopamin de enerji verici ve uyarıcı bir etki yarattığı sürece insana kendini iyi hissettirebilir. Dolayısıyla bu teknik ve dolambaçlı yoldan, ailenin sevgi dolu bakışlarının haz veren biyokimyasalları tetiklediğini ve bunun da sosyal beynin gelişmesini sağladığını anlıyoruz.* Bebeğin beyni, ilk yılda hızla büyüyerek iki katından fazla bir ağırlık kazanır. İlk iki yılda, bebeğin annesine verdiği biyokimyasal tepkilerin tetiklemesiyle son derece artan glikoz metabolizması, genlerin ifadesini kolaylaştırır. İnsan gelişimi konusundaki başka birçok şey gibi genetik ifade de kendini göstermek için sosyal girdiye bağlıdır. Hipokampüs, geçici korteks, prefrontal korteks ve arka singulat gibi beynin hiçbir yapısı doğuştan olgun değildir. Bunların gelişiminin ve genetik gelişmenin başarısı, bireyin iyi yaşantılarının miktarına bağlıdır. Erken yaşta birçok olumlu deneyim daha çok sinir hücre bağlantısı olan bir beynin oluşmasıyla sonuçlanır. Böyle bir beyinde daha zengin bir ağ örgüsü vardır. Doğuştan tüm sinir hücrelerine sahibiz ve bu anlamda daha fazla gelişmemiz gerekmiyor ama bunlar arasında bağlantılar oluşturmaya ve bizim için çalışmalarını sağlamaya gerek duyuyoruz. Daha çok bağlantı olması demek , daha iyi bir başarım ve beynin belirli bölgelerini daha çok kullanma becerisine sahip olmak demektir.

Özellikle bebek 6 ila 12 aylık iken prefrontal korteksteki bu sinaptik bağlantılarda büyük bir artış olur. Ana baba ile bebek arasında kurulmakta olan hoşnut edici ilişki yoğunlaştığında ve aralarındaki bağlılık pekiştiğinde, bu bağlantılar büyük bir yoğunluğa ulaşır. Prefrontal korteksteki bu hummalı gelişme erken çocukluk döneminde nihai bir doruk noktasına ulaşır. Bu bağımsız olarak hareket edebilme yeniliğinin bebeğe sevinç anne ve babasına ise gurur ve neşe verdiği dönemdir. Aslında, sosyal beynin oluşmaya başlamasıyla birlikte bebek artık sosyal bir varlık haline gelmiştir. Yine de bebeğin bu noktaya gelmesi, ilk yılın büyük bölümünü alır. İlk yılın sonuna doğru, çocukluğun hazırlık evresi sona erer. Bir bakıma, insan bebeği, artık diğer hayvanların rahimde kazandıkları bir gelişim düzeyine ulaşmıştır. Ancak insan beyninin gelişimi, bunu rahmin dışında gerçekleştirerek sosyal etkiye daha açık olmuştur. İnsanın rahim dışındaki bu uzun süreli bağımlılığı, çocuğun bakımını üstlenen kişi ile çocuk arasında yoğun bir sosyal bağ kurulmasına olanak verir. Bu sinir hücre bağlantılarının daha yüksek bir düzeyde kurulmasını ve beynin gelişimini kolaylaştıran biyokimyasalları üretir ki beyin bir daha hiçbir zaman bu hızda gelişmeyecektir. Bununla birlikte, bağlantıların kurulma süreci yaşam boyu devam eder. Einstein’ın saklanan beyni, birkaç yıl önce, Kanada’da araştırmacılar tarafından incelenmiş ve bunun bir kanıtı bulunmuştur. Einstein’ın beynini, onunla aşağı yukarı aynı yaşlarda ölen insanların beyinleriyle kıyaslandığında Einstein’ın beyninin paryetal bölgesi diğer beyinlerdekinden yüzde on beş daha geniş olduğunu buldular. Beynin söz konusu bölgesi, matematiksel uslamla ve görsel ve uzamsal düşünceyle ilgilidir. Buradaki mesaj şudur : beyninizi kullanmazsanız onu kaybedersiniz; zihinsel etkinliğinin olmaması, sinir hücrelerinin atıl kaslar gibi zayıflamasına neden olur. (Turner/2000) (Feinman/1992) (Schore/1994) “SUE GERHARDT ‘Sevgi Neden Önemlidir?’ ‘Gülümsemenin Gücü’ adlı kısmından alınmıştır.(YKY -5268)”


Diğer Yazıları Görüntüle